6 Mart 2019 Çarşamba

2 yıl boyunca Myasthenia Gravis (Miyasteni) hastası olmak

Amaçsızlık buhranının ortasındayken yazmak fiili bir güneş gibi doğdu zihnimde. O yüzden ben de bir hikaye ele alayım dedim ilk önce kendiminkinden başlayarak. 

Yaklaşık iki yıldır yakamı bırakmayan bir illet mi desem bir arkadaş mı desem onunla uğraşıyorum. İsmi myasthenia gravis. Başkalarına bu hastalığı dile getirdiğimde genellikle bakışları boş oluyor. Ben de ilk öğrendiğim zaman aynı tepkiyi vermiştim. Bir nevi onlara hak veriyorum. Peki nasıl başladı bu yolculuk diye başlarsam eğer her şey Kasım’ın 2016 kışına dayanıyor. O zamanlar sağlıklı bir bireydim, her şeye gücüm tam anlamıyla yetiyordu. Kendime Herkül diyebilirdim çok rahatlıkla. Ama boynumun hareketlerini kısıtlayan bir takım gelişmeler oldu artık kendi irademle eskisi gibi oradan oraya boynumu hareket ettiremiyordum. Eğiliyordum mesela bir şeyi almak için ya da tatlı bir kediyi sevmek için ama boyun fıtığının zirvesindeki bir insan gibi kalıyordum öylece. Bu durum oldukça canımı sıkmaya başladı ister istemez hemen bir ortopediste gittim. Dedim durumum böyle böyle yok mudur bir çaresi? Doktor dedi çok çalışmaktan bu haldesindir düzenli olarak hareket etmen gerekiyor bir kaç da ilaç yazacağım sana boynunu rahatlatır bunlar dedi. Ama nereden bileyim bu ilaçlar kurtarıcım olacağı yere azrailim olacağını. Hapları içtikten sonra durumum daha da kötüleşmeye başladı. Yemek yerken oldukça zorlanıyordum. Köfte yemek benim için başlı başına bir youtube challange’ı gibiydi. Sağlıklı yutma fonksiyonunu gerçekleştirememem üzerine iştahım da oldukça azaldı. 
Biraz süre sonra bu yutma olayına da alışmaya başladım ve hiçbir sorunum yokmuşçasına hayatıma devam ettim. Sonra kollarımda ve bacaklarımda güçsüzlüklerim başladı. Yavaş yavaş herkül Aybike gidiyor yerine ölü gelin Aybike geliyordu. Oturduğum sandalyeden bile kalkamaz duruma düşmüştüm. Otobüse binmek benim en büyük fobilerimden birisiydi. Otobüse rahat binenleri hayranlıkla izliyordum. 
Son safha olarak çift görmeye başladım ve sağ göz kapağım düşmeye başladı. Bunun üzerine fizik tedavi uzmanına danıştım durumumu görür görmez kendisi beni nörolojiye sevk etti. Kısa bir nöroloji muayenesinden sonra doktor beni yatırmaya karar verdi ve 5 gün boyunca ivig tedavisi alacağımı söyledi. İvig tedavisine başlamadan önce mestinon adlı bir ilaç verdi onu içer içmez bir insanın gözü ve boynu hemen nasıl düzelir buna tanık oldum. Ama doktor kesin tanıyı koymak için üzerimde çeşitli testler yapmak zorundaydı. İlk olarak MR'ım çekildi herhangi bir sorun çıkmadı sonra ilk normal EMG yapıldı ve sonra da iğneli EMG yapıldı. Bu kadar test safhasından sonra neredeyse tanım kesinleşmişti. Myasthenia gravis hastasıydım. 5 günlük ivig tedavisi ne yazık ki kollarımda,bacaklarımda ve yutma refleksimde hiç işe yaramadı. Bunun üzerine doktor kortizon tedavisine başladı ama kortizon 1 ayda etki edeceği için ve hemen iyileşmemi istediği için plazma ferez tedavisi uygulamaya karar verdi. Plazma ferez safhası benim için cehennem gibiydi böyle bir şeye hiç tanık olmadığım için fiziksel olarak değil de psikolojik olarak oldukça zorlandım. İlk plazma ferez seansımı hatırlıyorum da soğuktan neredeyse ölecektim. 3 tane üzerime battaniye örtmelerine rağmen  tir tir titriyordum. 1 saatlik bir süreçti ama bana 1000 yıl gibi geliyordu. İkinci seansıma gitmeden önce hüngür hüngür ağladığımı hatırlıyorum. Ama sağ olsun bu işlemi yapan insan o kadar iyi birisiydi ki bana bu süreçte çok destek oldu ve 7 seansı hiç acı çekmeden çok rahat bir şekilde tamamladım. Bir kez daha anladım ki her şey psikolojide bitiyormuş. 8 seansın sonunda yeniden doğmuş gibiydim, her bir hücrem yenilenmişti adeta. Doktora dedim ki "Normal insanlar böyle mi hissediyormuş gerçekten? İnanamıyorum." 
Yaklaşık 1.5 ay hastanede yattım. Dört duvar arasında sürekli bir yatağa bağımlı olmak kadar kötü bir şey olamaz sanırım. Çok kez ümitsizliğe düştüm çok kez ağladım çok kez bu hastalığı kabullenmekte zorlandım. Ama şimdi fark ediyorum ki bu kadar gözyaşı boşunaymış. İnsan her zorluğa alışıyormuş ve her şey kafanda bitiyormuş. Bu kadar yaşadığım şeyden sonra hayata daha da sıkı sıkı bağlandım,yapamadığım aklımda kalan her şeyi yapmaya başladım. Avrupa'yı gezdim,bol bol kitap okudum,pek çok insanla tanıştım. Sanırım kabuğumdan çıkmam için böyle bir travma yaşamam gerekiyormuş. 
Şimdiki durumuma gelirsem ideal tedavi yöntemi olan rituximab tedavisinin ilk dozunu aldım ve işe yaradı çok mutluyum. Umarım her zaman böyle gider ve hayatın değerini hayatımın her safhasında anlarım.

4 Mart 2019 Pazartesi

3 Gün Boyunca Madrid , İspanya Gezisi / 1. Gün

Merhaba yazı serime hız kesmeden devam edeyim diyorum.

Ocak ayında Erasmus+ projesi sayesinde İspanya'ya gitme şansı yakaladım. Proje Alicante'de yer alıyordu ama ben öncesinde İspanya'yı keşfetmek adına başka şehirleri gezmeye karar verdim. 

İlk öncelikle 3 günümü İspanya'nın başkenti, Almodovar'ın yıkılmaz kalesi Madrid'te geçirdim. 

Uçuş rotası olarak Antalya-İstanbul-Madrid rotasını izledim.

Antalya-İstanbul : 1 Saat
İstanbul-Madrid:   4 Saat 

Havalimanı olarak Madrid Barajas Uluslararası Havalimanı'na iniş yaptık. Havalimanı şehrin dışında yer alıyor tabii ki de Avrupa'daki pek çok havalimanı gibi. Şehir merkezine en kısa nasıl gideceğimi sormak için danışmaya gittim ve sarı renkli express otobüslerin 5€'ya Plaza de Cibeles'e  (merkezde yer alıyor) götüreceğini söyledi yetkili kişi. Plaza de Cibelles kalacağım yere yani Plaza Mayor'a oldukça yakın olduğu için otobüsle gitmeyi tercih ettim. Tabii alternatif olarak metroyu kullanabilirsiniz ama onun için 2,5 € kart parası ve yaklaşık 4 € 'luk yol masrafını gözden çıkarmanız gerekiyor. Metrolar arasında aktarma yaparken de yorulmanız da cabası. 

Plaza de Cibeles'e ulaştıktan sonra yolumu Plaza  Mayor'a yönelttim. Hostelime yerleştikten sonra şehri keşfetmeye başlamamın zamanı geldi elbette. Bu arada kaldığım hostel The Hat Hostel idi ve aşırı memnun kaldım. Şehri tek başıma keşfetmek istemediğim için İnterrail Türkiye grubunda anlaştığım bir arkadaşımla buluştuk ve şehri keşfetmeye başladık. 

Hostelim çok yakın olduğu için ilk öncelikle Plaza Mayor'un koskocaman meydanında bulduk kendimizi. Ama bu meydan her zaman görebileceğiniz meydanlardan oldukça farklı bir meydandı.  Nedeni ise çevresinin dört bir yanının binalarla kaplı olması ve meydan girişine görkemli kapılardan giriş yapıyorsunuz. 

                                     

                                        



Plaza Mayor'un ardından en en çok merak ettiğim mekana geçmeye karar verdim. Yani San Miguel Pazarı yani Mercado de San Miguel. Bu pazarda İspanya'nın neredeyse tüm geleneksel lezzetlerini bulabilirsiniz ve fiyatlar 2-5 € arasında değişiyor. Ben tercih olarak Sangria,Churros ve Jambonlu lavaştan yana kullandım. 


                               Ä°lgili resim

Mercado de San Miguel'in ardından rotamı Puerta de Sol yani ünlü Sol Meydanı'na çevirdim.  Yol üzerinde pek çok et ürünü  mağazası ve pastaneyle karşılaşabilirsiniz. Eğer boğazınıza düşkünseniz sizin için mükemmel bir deneyim olacaktır eminim. Puerto de Sol'e geldiğimde ilk dikkatimi çeken sokak sanatçıları ve evsizler oldu. Türkiye'de görebileceğenizden çok farklı gösteriler sunuluyor. 

                           

                           

2. gün yazısıyla görüşmek dileğiyle. :)


3 Mart 2019 Pazar

2 hafta boyunca her gün 3 litre su içtim.


Herkese merhaba gönül dostları,

Bu dramatik radyo girişi edasıyla selamlamam eskilere duyduğum samimiyetin göstergesi bir nevi. Neyse daha fazla başka konuya kaymadan asıl konuya hemen gireyim istiyorum.  SU İÇMEK. 
Bu konuyla ilgili tonlarca makale yazılmıştır, yüzlerce video çekilmiştir bu yığının arasına bir de ben bir ekleme yapmak istiyorum farklı bir bakış açısıyla. Ama su içmenin sonucunda tüm sivilcelerim geçti,kilo verdim gibi detaylar göremeyeceksiniz ilk öncelikle bunu belirteyim de sonra hayal kırıklığı olmasın.


Girişte size farklı bir bakış açısı demiştim bunun nedeni de aslında sahip olduğum hastalık ve geçirdiğim tedavi süreci. Myasthenia gravis hastasıyım ve bu hastalık nedeniyle kortizon tedavisi görüyorum. Maalesef kortizonun getirdiği yan etkiler oldukça fazla:ödem,şeker dengesizliği ve pek çok şey.

Her gün 3 litre su içme serüvenime 2 hafta önce başladım ve bu sürecin başlangıcı 2. doz kemoterapi tedavime denk geliyor. Aslında 3 litre su içmenin dramatik faydasını o gün gördüm desem hiç yanılmış olmam. Çünkü kemoterapi tedavisinde ilk dozumu aldığımda içtiğim su miktarı sadece 1 litreydi ve o gün yaşadığım baş ağrısını ve sarhoşluk hissiyatını anlatamam. Ama 2. dozda 3 litre su içtim ve hiçbir baş ağrısı yaşamadım oldukça kendimi normal hissediyordum.

Bu serüvenin devam eden günlerinde her gün 3 litre su içmeye devam ettim hatta bünyem o kadar çok alışmıştı ki su içmediğim zaman kendimi eksik hissetmeye başladım. Peki soracaksınız bu motivasyonu nasıl sağladın ?

1- Sevdiğim ve eğlenceli bardakları kullandım. Bardağın kaç ml hacme sahip olduğunu biliyordum ve içtiğim su miktarını ona göre ayarlıyordum.

2- Youtube'dan bol bol motivasyon edici videolar izledim mesela şunun gibi :



Benim açımdan sonuçlarına gelirsek eğer;


  • Ödemlerim dramatik bir şekilde azaldı.
  • Her sabah enerjik uyandım ve gün boyunca kendimi enerjik hissettim.
  • Depresif ruh halimde ciddi bir azalma oldu.
  • Cildimdeki nem oranı arttı.
  • Kemoterapi tedavisi sonrasında hiçbir şekilde baş ağrısı çekmedim.






2 yıl boyunca Myasthenia Gravis (Miyasteni) hastası olmak

Amaçsızlık buhranının ortasındayken yazmak fiili bir güneş gibi doğdu zihnimde. O yüzden ben de bir hikaye ele alayım dedim ilk önce kendim...